OKU

Uçuk Mavi…Uçuk Yeşil…Uçuk Pembe…


Hayatın hep rutinlerle dolu olması nedir?  yani bu rutinden hayat sıkılmaz mı hiç?

Ben rutine oldum olası uyuzdum…

Aynı renk okul önlükleri, aynı beyaz çoraplar, aynı saçlar, aynı bakış açısı, aynı öğretmen…

Ki bende aynı öğretmen de çok olmadı. İlkokulu 2 ayrı okulda bitirdim. 3 ayrı ilkokul öğretmenim vardı. Erken de gidilebiliyordu benim zamanımda okula, yani “çocuk bilmem kaç aylık olacak “dertleri yoktu. İlk öğretmenim Nurhan Ekim sarışın, mavi gözlü dünya güzeli bir kadındı, nur içinde yatsın bir kaç sene önce kanserden kaybettik.

Erken okuduğum için annemi ikna edip, okula başlamamı sağlamıştı.

Beni hep “ton ton kızım” diye severdi.1_3528 (1)

Sonra 3.sınıf öğretmenim Nimet Aksu.

Batılı görünüşüyle gönlümde ayrı bir taht kurmuştur, kıyafetiyle, ses tonuyla ayrı bir kişiydi.

Sonra taşındık 4 ve 5. sınıfları başka bir yerde okudum. O öğretmenim Sema Yılmaz’dı. Çok severdim, kareli iskoç etekleri vardı, kısa saçlıydı. Sadece ilkokul böyle.

Ortaokul ve lisede zaten çok öğretmen dersimize girmiştir ama ikisi benim için ayrıdır. Tarih Öğretmenim Nalan Akı ve İngilizce Öğretmenim Feride Çelikiz…

Sağolsunlar hala öğretmenliğe devam ediyorlar…

Bizim ilkokul zamanımızda kadın öğretmenler pantalon giymezdi, keza annem de giymezdi. Dizde bir etek, bakımlı ama açık renk ojeli tırnaklar, az makyaj…

Her öğretmenimde ben önce dış görünüşe bakardım. Öğretmen dediğin her şeyiyle örnek olmalıydı bence. Neyse ki şansıma hep iyi öğretmenler denk geldi. Öğretme yeteneği olan kişiler bence öğretmen olmalıydı. Ama bir sınav var, o sınava göre puan alırsın, atanırsın ya da atanamazsın. Senin “öğretebilitenle” kimse ilgilenmiyor. Puan tamam mı, tamam.. iyi o halde deniliyor ve öğretmen oluyorsun…

Çok öğretmen arkadaşım oldu, ben de hiç öğretmen olmak istememiştim, çok sıkıcı gelmişti o zamanlarda. Halbuki şimdiki aklımla öğretmen olmak isterdim. Yani şu mantıkla; insanlar en az 35 yaşından sonra öğretmen olabilmeliler. Çünkü hayatı anca o zamanlarda anlıyorsun, harala gürele okudun, mezun oldun, aman efendim ben bilirimler, egolar… anca anlıyorsun hanyayı konyayı, kendini ve anlatabiliyorsun hayatı…

40’larda hayatının kıymetini anlıyorsun. Bir yere adımını atarken  önce ayağınla yokluyorsun, kayıyor mu, sağlam mı diye? Sağa sola daha bir dikkatle bakıyorsun. Arabaya bindiğinde aynaları kontrol ediyorsun. “İyi ki onunla evlenmemişim kesin ayrılmıştık” yorumları yapıyorsun. Çocuk konusuna girmiyorum hiç…

Tabi “hayatının kıymetini bilmek” durumlarını henüz idrak edemeyip, uygulayamayanlar vardır, istisnalar ve kaidenin bozulmaması durumu…

Neyse rutinden bahsediyorduk.

Rutin Fransızcadan dilimize geçmiş “routine”

Sıradanlık, çeşitlilik göstermeyen, alışılagelmiş düzen içinde yapılan demek…

Rutin hayatlar yaşamayı kimileri sever ama ben sevemedim kara gözlüm…

Ben o kadar sıkılmıştım ki sabah yayın yapmaktan her sabah aynı saatte uyan, giyin, çık, servise bin, radyoya git, yayın yap, arada kahve iç, kahvaltı yap (ki kahvaltı bile aynı olurdu simit, sandviç, börek) öğleden sonra yayınındaki arkadaş ayrılınca, aynı gün hemen onun yerine geçmek istedim. Nasıl bir travma olmuşsa 10 yıl, hala sabah erken saate uçak bile alamıyorum.

Allahtan ülkemiz her daim “rutine dönme sıkıntısı” yaşayan bir ülke, mazallah napardık yoksa? Şimdiki gündem, darbe girişimiyle başlayan ve devam eden hareketlilikle askerler, medya mensupları ve kuruluşları, polisler, avukatlar, hakimler, eğitimciler… Ayıkla pirincin taşını durumları.

Geçmişe dair sorular oluyor tabi insanda? Acaba benim girdiğim sınavlarda da böyle olmuşmuydu, ben istediğim okullara o yüzden mi giremedim?O yüzden mi orada iş bulamadım? gibi sorular…

Yılları hesaplamaya çalışmalar. Birden “iş işten geçti” diye düşünüyorum.

Ama sonra “haksızlık” diyorum. Yani kafam karışık klasik.

Çok garip bir yerdeyiz bence. Kafamız topluca karışık. Hani böyle seni çevirir çevirirler de, sonra birden bıraktıklarında nereye gideceğini bilemezsin ya; aynen öyleyiz.

Belki fincandaki kahve gibi, bir süre öylece boş boş durup, dibe çökmesini beklemeliyiz herşeyin. Sonra dipte kalanlarla, su yüzüne çıkanları iyice görmeliyiz. Haberler ne karanlık, ne acımasız, ne üzücü.

Koyu yeşiller “tankları”, koyu kırmızılar “son dakika haberlerini”, siyahlar “silahları” anlatıyor hep.d4c0cd177767b785befea90ef10c4adc

Koyu renkler sevmiyorum ben artık.

Daha pastel renklere döndüm. Daha aydınlık, daha ferah geliyor bana ..

Biraz uçuk mavi…

Biraz uçuk yeşil…

Biraz uçuk pembe lazım…

Kirlenen beynimize, duygularımıza aydınlık vermek için…

 

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu